ADD Başkanı Bozkurt, ‘Arapça tabela’ söyleminin gerçek sorunu perdelediğini söyledi: ‘Hedef iç çatışma’

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkanı Hüsnü Bozkurt Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

- AKP öncesi ADD ve AKP sonrası ADD’yi nasıl değerlendirirsiniz?

Atatürkçü Düşünce Derneği 19 Mayıs 1989’da Prof. Dr. Muammer Aksoy ve 49 Cumhuriyet aydını vatansever tarafından kuruldu. Kuruluş nedeni; devletimizin giderek Atatürk ilke ve devrimlerinden, Cumhuriyetin kuruluş ayarlarından, anayasa ile belirlenmiş temel niteliklerinden, hukukun üstünlüğü ve tüm vatandaşların yasalar önünde eşitliği ilkesinden uzaklaşan bir anlayışla yönetilmesinden, eğitimin dinselleştirilmesinden, kadın erkek eşitliğinin ve temel insan haklarının zedelenmesinden, üretim ekonomisinden kopuştan…kısacası ülke yönetiminin gidişatından duyulan endişeydi. Kurucularımız bu ve benzeri ülke sorunlarına çözüm üretmek, siyaset kurumunu uyarmak ve ulusumuzun gelecek umudunu ayakta tutmak için yola çıktılar.

‘ADD ŞEHİTLER VERDİ’

ADD bu 35 yılda çok bedel ödedi. Kurucu Genel Başkanımız Muammer Aksoy’u, kurucumuz Bahriye Üçok’u, kalpaksız kuvvacımız Uğur Mumcu’yu, Genel Başkan Yardımcımız Ahmet Taner Kışlalı’yı, üyemiz Şükrü Demirkürek’i emperyalist uşağı faşist çetelerin kanlı pusularında şehit verdik. Genel Başkanımız Şener Eruygur kumpas davaları ile zindana atıldı. Yöneticilerimiz yargılandı. Ama ADD, 35 yıllık yaşamında baskılara hep direndi, asla yolundan dönmedi. 

- Peki AKP dönemi? 

Siyasal İslamcı AKP’nin hukuk devletini, kuvvetler ayrılığını, toplumsal örgütlülüğü göz ardı eden 22 yıllık baskıcı yönetim döneminde de, tüm demokratik kitle örgütlerinin olduğu gibi derneğimizin çalışmaları da kısıtlanmak istendi. Buna karşın ADD baskıları aşmak, kuruluş neden ve ilkeleri doğrultusunda toplumu ve siyaset kurumunu uyarmak, Büyük Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinden aldığı görev emrini yerine getirmek, kurucularına lâyık olmak için var gücüyle çalıştı, çalışıyor, çalışacak. 

- ADD’nin bugün için temel hedefi nedir?

Atatürkçü Düşünce Derneği’ni bugünün Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak görüyoruz. 340 şubemiz, 60 temsilciliğimiz ve onbinlerce üyemizle Kemalizm’in namus sesini bir SİS ÇANI gibi yurdumuz semalarına asmak ve Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşmak temel hedefimiz.

- Gençlerin ADD’ye ilgisi nasıl?

Gençlerimizin ADD’ye ilgisi kuruluş döneminin hemen ardından yaşanan katliamların, baskıların yanında, son dönemin örgütlü toplum karşıtı uygulamaları etkisiyle elbette yıllar içinde arzulanan düzeyde gelişmedi, zaman zaman azaldı. Ancak gerek çalışmalarımızın etkisinin, gerekse 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçlarının yarattığı umut ikliminin bu ilgiyi artırdığını memnuniyetle görüyoruz. Önümüzdeki çalışma döneminde çok daha etkin ve katılımlı bir ADD Gençlik Kollarımız olacağından kuşku duymuyoruz.

- ADD’nin ihtiyaçları ve talepleri nedir? 

ADD’nin en önemli ihtiyacı çok çalışmak, daha çok çalışmak, daha da çok çalışmak… Bu bağlamda, daha geniş toplum kesimlerine ulaşmamız, daha yaygın örgütlenmemiz ve üye sayımızı  artırmamız şart. ADD; Atatürk’ün akıl ve bilim yolunda ve yasalar çerçevesinde diğer demokratik kitle örgütleriyle de dayanışarak siyaset kurumunu ve devlet yönetimini uyarmayı da sürdürecektir. Talep değil de, aziz milletimizin bize güvenmeye davam etmesini, güç ve destek vermesini diliyoruz.

- Atatürkçülerin sizden, sizin Atatürkçülerden beklediğiniz nedir?

Yapılan birçok araştırma kendini Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve Milliyetçi olarak tanımlayan yurttaşlarımızın toplumumuzun yüzde 68’i aşan ezici çoğunluğunu oluşturduğunu gösteriyor. Türk Ulusu Atatürk ilke ve devrimlerini içselleştirmiştir, “muasır medeniyet seviyesini aşma” hedefini benimsemiştir. O’nun akıl ve bilim yolundan sapmanın ne felaketlere yol açtığını da yaşayarak görmüştür. Bu büyük çoğunluğun bizden, ülkemizin en büyük demokratik kitle örgütü olma sorumluluğu ile çok çalışmamızı, görevimizi lâyıkıyla yapmamızı beklediğinin farkındayız ve bu gayret içindeyiz. Bizim kendilerinden beklentimiz ise, sadece derneğimize üye olmaları, varlıklarıyla derneğimizi güçlendirmeleri, etkinlik ve eylemlerimizde yanımızda durmalarıdır.

- Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var mı?

Türkiye’nin tabii ki yeni bir anayasaya ihtiyacı yok. Mevcut anayasanın söylendiği gibi “Darbe Anayasası” olarak tanımlanması da çok yanlış. ANAP iktidarı döneminden AKP-MHP’nin son 2017 şaibeli referandumuna kadar neredeyse yüzde 75’i değiştirilmiş 1982 Anayasası’ndan, ki bizler “hayır” derken bugün “darbe anayasası” diyenler güle oynaya “evet” oyu vermişlerdi, hâlâ böyle tanımlanması tam bir alalama. Kaldı ki, örneğin İngiltere, 1215’den beri Kral John tarafından imzalanarak yürürlüğe giren Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) adlı birkaç sayfalık anayasa bile denemeyecek bir belge ile yönetiliyor ve dünyanın birçok alt üst oluş yaşadığı asırlar boyunca parlamenter demokratik monarşi rejiminde sorunsuz yaşıyor. Bu sürede hiçbir İngiliz yurttaşı ya da siyasetçisinin yeni bir anayasa istediği de duyulmuyor. Keza ABD’de de 17 Eylül 1787’den günümüze aynı anayasa yürürlükte ve kimse “yeni anayasa” demiyor. Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. 

- Türkiye’de sürekli bir anayasa gündemi var...

Bu konuda ülkemizin temel sorunu, 1950’den günümüze milletin görev verdiği istisnasız bütün sağ parti iktidarlarının yasa ve anayasa tanımazlığıdır. DP’den başlayarak AP, ANAP ve AKP’ye kadar bütün sağ tek parti iktidar liderlikleri uygulamalarının yargı denetiminde olmasını, devleti hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine bağlı olarak yönetmeleri gereğini hiç içlerine sindiremediler. 16 Nisan 2017’de yürürlüğe giren AKP “Tek Adam” yönetim anlayışının tutumu ise ortada. Sayın Erdoğan’ın “Bu anayasa Yeni Türkiye’yi taşıyamaz” saptaması gerçeği yansıtmıyor kuşkusuz. Çünkü; yaşanan anayasanın Türkiye’yi taşıyabilip taşıyamaması değil, anayasaya uyulmaması, sürekli ihlal edilmesi. Sorun anayasada değil, yönetim anlayışında. Bu nedenle, yürürlükteki anayasayı sürekli çiğneyen bir iktidar anlayışı ile değil “yeni anayasa”, herhangi bir anayasa görüşmesi yapmanın büyük hata olacağı çok açık. 

‘ISRARIN NEDENİ 31 MART YENİLGİSİ’

- AKP’nin bugünkü ısrarının nedeni nedir sizce? 

Israrın nedeninin; AKP liderliğinin ağır 31 Mart yenilgisini ve AKP’nin artık 2. parti olduğu gerçeğini unutturmak, ekonomideki felaketli gidişi ve diğer sorunları halkın gündeminden düşürmek istemesi olduğunu düşünüyorum.

- CHP lideri Özel ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmesini eleştirenler oldu, sizin yorumunuz nedir?

Bir demokratik kitle örgütü genel başkanı olarak bu konuda yorum yapmak istemem, ama şu kadarını söylemeliyim; bu görüşme, Sayın Erdoğan’ın bugüne kadarki siyaset yapma tarzına bakıldığında, söylenen herhangi bir olumlu sonucu üretmesi mümkün olmayan nafile bir görüşme olmuştur.

- Söz edilen “normalleşme ve yumuşama”dan ne anlıyorsunuz?

Görüşmenin ardından yaşananlar da “normalleşme ve yumuşama” beklentilerinin hayal olduğunu göstermiş olmalıdır.

- Seçim sonrası muhalif kesimin geleceğe bakışında değişiklik oldu mu?

2024 yerel seçim sonuçlarının 22 yıllık Erdoğan iktidarının en ağır yenilgisi olduğu bir gerçek. Bu sonuçlarla muhalif kesimin, Meclis’te CHP’nin, Meclis dışında toplumsal muhalefetin, geleceğe daha umutlu baktığı da bir diğer gerçek. Tabii, seçim sonuçlarını doğru okumak, doğru değerlendirmek, doğru taşımak ve geliştirmek gereği de öyle.

Sayın Özgür Özel’in 31 Mart gecesinden itibaren izlediğimiz yaklaşımı, söylemleri ve eylem çizgisi; kazanılan çok önemli belediye başkanlıklarını, CHP’nin 1977’den sonra ilk kez bir yerel seçimde birinci parti olmayı başarmasını, yerel seçim dinamiklerinin farklı olduğunun da altını çizerek, doğru okuduğunu, doğru değerlendirdiğini ve genel seçimlere taşınması gereğinin farkında olduğunu gösteriyor. Umarım bu yaklaşım toplumsal muhalefeti de katan tutarlı politikalar, ortak eylemler, kararlılık ve cesaretle yürütülür.

‘ERKEN SEÇİM BEKLEMİYORUM’

- Erken seçim bekliyor musunuz, erken seçim olmalı mı? 

Olabilir belki, ama 22 yıldır tanıdığımız Erdoğan’ın bu denli ağır bir yenilginin ardından ve ekonomi bu durumdayken bir erken seçimi isteyeceğini sanmıyorum. Yeterli dış kaynak bulunmadan ki ne gibi ödünler karşılığı bulunabileceği ayrı konudur, ekonomide nisbî bir rahatlama sağlanmadan, emeklilerden başlanarak birçok toplum kesimi bir ölçüde tatmin edilmeden herhangi bir seçim göze alınamaz kanısındayım. Bunlar yapılabildiği taktirde de gerek kalmaz zaten. Yani, olağanüstü gelişmeler olmazsa, Sayın Erdoğan sahip olduğu yetkiler, elindeki Meclis çoğunluğu ve kontrol ettiği sınırsız medya gücü ile iktidarını 2028’e kadar sürdürmekte sorun yaşamayacaktır. Dolayısıyla erken seçimi çok zayıf bir olasılık olarak görüyor, hatta beklemiyorum. Ancak belirtmeliyim ki, CHP’nin izleyeceği strateji de çok önemli ve belirleyici olacaktır.

- CHP şu an için erken seçime mesafeli duruyor, ancak erken seçim konusunda ısrarcı olması gerektiğini düşünen bir kesim de var. Sizce strateji ne olmalı?

Erken seçim kararının nasıl alınabileceği belli. Kararı Erdoğan alırsa aday olamayacağı da... Bu durumda ancak TBMM erken seçim kararı alırsa bir kez daha aday olabilir (Aslında son adaylığı da Anayasa’nın 101 ve 116. maddelerine -yorum gerektirmeyecek açıklıkla- aykırı olduğu halde YSK’nın anayasayı tanımayan ve suç olan kararı ile gerçekleşmişti). Şimdiki durumda TBMM’de CHP’nin karar alabilecek çoğunluğu olmadığına göre ancak kamuoyunu ikna ederek bir baskı yaratabilir. Ama buna gerek olduğunu sanmıyorum. Zira, geniş toplum kesimlerinin yaşadığı ağır ekonomik zorluk devam eder, eğitimden sağlığa, sığınmacı felaketinden yolsuzluklara hemen her alandaki sıkıntılar sürerse, ki ne Erdoğan’ın, ne AKP’nin artık bir umut yaratmaları pek olanaklı görünmüyor, o baskı kendiliğinden oluşacaktır. Bence CHP’nin yapması gereken konuya mesafeli yaklaşımını sürdürmek ve seçmeni ülke sorunlarını yaratanların değil, ancak kendisinin çözebileceğine ikna edecek politikalar üretmek ve uygulamak olmalı.

‘ADD MÜCADELEDE YERİNİ ALACAK’

- Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim sistemine ilişkin son taslağını incelediniz mi, ADD’nin bakışı nedir?

Elbette inceledim. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi “sahibinin sesi” bir isimle duyurulan bu sözde eğitim sisteminin, tanıdığımız AKP zihniyetine uygun bir  “dindar ve kindar nesil yetiştirme” programı olduğu açık. Esasen nasıl profesör ve rektör yapıldığı, hangi amaçla o makama getirildiği bilinen AKP’nin 9. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in müktesebatı anımsandığında başka bir yaklaşım sergilemesi de beklenemezdi. Çocuklarımızın geleceğini ve ülkemizin yarınlarını karartacak bu çağ, akıl ve bilim dışı eğitim programına öğretmen örgütleri ile birlikte Meclis içi ve dışı tüm muhalefet omuz omuza karşı çıkacak, ADD de o mücadelede yerini alacaktır.

- Arapça tabela meselesi “Kuran dili” çerçevesinde tartışılıyor , bu konuyla ilgili ADD’nin tavrı nedir?

“Arapça Tabela” sorununun Kur’an dili çerçevesinde tartışılmasını konuyu saptırdığı için doğru bulmuyorum. “Kutsal dil” diye bir tanım da olamaz. 

Burada asıl sorun; demografik yapımızı tahrip ederek iç çatışma ortamı yaratma ve Türkiye’yi müdahaleye açık hale getirme amaçlı, AKP iktidarının da destek verip teşvik ettiği, bir emperyal plan doğrultusunda yurdumuza doldurulan ve “geçici sığınmacı” ya da “düzensiz göçmen” adlandırmalarıyla meşrulaştırılmaya çalışılan milyonlardır. Asıl sorun; 10 yılı aşan süredir Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan, Sudan’dan, Somali’den… akın akın gelerek kevgire döndürülmüş sınırlarımızdan ellerini kollarını sallayarak geçen bu insanların yarattığı demografik ve ekonomik yıkımdır. “Arapça Tabela” kirliliği bu asıl sorunun küçük bir parçası, görünen yüzüdür sadece. Esası bırakıp ayrıntılarla uğraşmak, hele konuyu “Kur’an dili” üzerinden tartışmak abes olduğu gibi, gerçek sorunu örttüğü için de tehlikeli bir yaklaşımdır.

- İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümünden sonra ilan edilen milli yas için yorumunuz nedir? 

Bu gereksiz ve anlamsız yas kararı, AKP zihniyeti ile uyumlu, ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine ve dış politika geleneğine taban tabana zıt bir uygulamadır. Hiç doğru bulmadım.